Radikal
Geride kalan haftada, AKP MYK Üyesi Prof. Dr. Yasin Aktay’ın
Bayburt Üniversitesi’nde konuşmacı olarak katıldığı bir panelde söylediği,
“Türk diye bir ırk yoktur” sözleri büyük yankı uyandırmıştı. Aktay, bu sözleri
söylediği salonda da daha sonra kamuoyunda da milliyetçi tepkilerle karşı
karşıya kaldı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, “Asla kabul edilemez. Tarihi ve
sosyolojik gerçekliğe aykırıdır” diyerek; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli,
“Türk yoktur diyen belasını mutlaka bulacak, yediği içtiği boğazına
düğümlenecek, hak ettiği cevabı en yakın zamanda Türk milletinden alacaktır”
diyerek tepki gösterdi.
İtirazlar, zaman zaman araya tehditlerin de karıştığı bir
tonda sürdü ve durum öyle bir noktaya vardı ki Prof. Dr. Aktay, “aslında ne
demek istediği”ne dair bir açıklama yapmak durumunda bile kaldı.
T24 haber portalından Hazal Özvarış işte bu tartışmanın
izini ‘bilimsel’ bir noktada sürdü ve Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji
ve Genetik Bölümü araştırmacılarıyla birlikte yürüttüğü Türkiye Genom Projesi
ile bilinen Yrd. Doç. Ömer Gökçümen ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
Çalışmalarını, Harvard Tıp Fakültesi’nin ardından New York
Eyalet Üniversitesi’nde sürdüren Gökçümen’in oldukça çarpıcı yanıtlarından
bazıları şöyle:
“Bir biyologa sorarsanız, cevap kısa ve net: İnsan ırkı
yoktur. Elimizdeki bilgiye göre, herhangi bir insan grubunu diğerlerinden
ayıracak kadar genetik varyasyon (değişken) yok.
Biyolojik olarak ırklar gerçek olsaydı, şöyle bir durum
olacaktı: Birbirlerinden tamamen ayrı iki popülasyon düşünün, bunlardan bir
kişinin üç milyar harften oluşan genomlarına (bir canlının genlerinin tamamı)
baktığınızda ‘Bu kişi kesinlikle bu popülasyondandır, diğeriyle hiçbir alakası
yoktur’ diyebilmeniz lazım. İnsanlara baktığımızda ise her şey birbirine girmiş
durumda. Karmakarışık birçok varyasyon var ve bunu belirleyen en önemli etken
coğrafya.
“Irk konusunda, özellikle zaman meselesi insanlarda kafa
karışıklığına yol açıyor. Modern insanın kökeni 200 bin seneye dayanıyor. Her
ne kadar evrimsel olarak bu minik bir zamansa da bir tarihçi için tahayyül etmesi
zor. O yüzden bir dilsel grup olarak Türkler veya daha uzun zamandır var olan
Fransızca üzerinden ortaklaşan bir grup var gibi geliyor. Ama bundan 3-5 bin
sene önce yaşayan Avrupalıların, şimdiki Avrupa topluluklarından nispeten
farklı bir genetik yapısı olduğunu biliyoruz antik DNA çalışmalarından. Yani
etnik kimliklerle birebir bağdaşan çok eski ve korunmuş genetik işaretlerin
varlığı ile ilgili hiçbir şekilde genetik bir kanıt yok.”
Etnisitelere dair bildiğimiz en derin genetik temeller belki
Yahudi popülasyonlara dair vardır. Kendi içlerinde ilişkilendikleri
(evlendikleri) için hızlı evrimleşen, pek bir işe yaramadığı düşünülen genetik
işaretlerde bazı ortaklıklarını görüyoruz ama onların bile varlığı sadece
birkaç bin sene geriye gidiyor. 2-3 bin sene önce muhtemelen Araplar ve
İsrailliler aynı gruptu, zaten şu anda da bir Arap ve İsrailli çok benziyor.
Coğrafya çok önemli olduğu için istatistik olarak bir Türk ve Arap’a kıyasla,
bir İsrailli ile Arap daha benzerdir, çünkü aynı coğrafyanın, genel olarak
Akdeniz havzasının işaretlerini taşıyorlardır. İnsanlar arasındaki çok küçük
temaslar bile önemli. Örneğin bir köyden ayda yılda bir kız gitmesi bile
genetik varyasyonun hemen karışmasına yol açıyor. “Isolation by distance”
kuramına göre, bir gruptan ne kadar uzağa giderseniz, hızlı bir şekilde
onlardan o kadar farklılaşıyorsunuz ve yakınınızdakilerle benzeşiyorsunuz. Bu
durumda da Türkler ile Azeriler muhtemelen oldukça yakındır, ama Moğollardan
nispeten farklıdır.
- Söylediklerinizden yola çıkarak; İstanbul’daki bir Türk
Kırgızistan’daki bir Türk’ten ziyade yakınlarındaki bir Kürt’le daha mı yakın?
Başka gruplar için bu tip etnik köken ve coğrafyanın
öneminin incelendiği için bunu söyleyebiliyorum; yakın. Bu örnek için de yüzde
90 garanti veriyorum, aksi kanıtlanırsa da çok şaşırırım. Ama tabii ki bunu
test etmiş direkt bir çalışma yok.
- “Anadolu’da yaşayanlar” diye kategorize edebileceğiniz bir
genom var mı?
Bu analizi yapmadık. Fransa üzerinden konuşalım, çünkü hem
genetik bilgi var, hem orta yerde olduğu için Türkiye’ye benziyor. Bir
Fransız’ın genomuna bakarak son 200 senedir bir yerde yaşadığını
söyleyebiliyoruz. Bunun nedeni bu kişinin tüm atalarının binlerce senedir
Fransa’da yaşaması değil, 2-3 yüzyıldır ailesinin Fransa’da yaşaması.
Bir analojiyle anlatayım: Masmavi bir ülke düşünün. Bin kişi
bu ülkede yaşıyor ve bunların genomunun belli bir yerinde mavi T harfi var. Ve
siz 10 kişilik, dizimde T yerine A olan kırmızı renkli bir aileyi alıp mavinin
ortasına koyuyorsunuz. Yüzlerce yıl gibi kısa bir süre içinde kırmızı,
mavilerin içine karışıyor ve mavinin ortası pembeleşerek yayılıyor ve mavinin
rengi hafifçe değişiyor. Bu tip yüz binlerce işarete bakıyorsunuz ve bir
insanın mavinin, kırmızının neresinde olduğunu bulabiliyorsunuz. Bu kadar.
Yoksa “Fransızlar binlerce senedir orada, Fransız genleri var” veya “Bu adamda
çok fazla Alman geni var, Almanya’dan geliyor olsa gerek’” diyemiyoruz.
- Biyolojide kullanıldığı için ders kitaplarına da ırk
kavramı geçti. Biyoloji bu kavramdan ne zaman vazgeçti?
Çok yakın zamanda vazgeçti. Bu biraz utanç verici
antropoloji ve biyoloji için. Bu benim uzmanlığım değil ama 1900'lerin ilk
zamanlarında dünyada hiçbir entelektüel yoktu ki ırkların varlığından şüphe
etsin. Bu İngiltere için de, Almanya, Türkiye için de geçerli. Siyahlar ve
beyazlar arasında o kadar kuvvet ayrılığı vardı ki üstüne yoksul, aptal gibi
saptamalar yapılıyordu. Fakat şimdi görüyoruz ki bu ayrımın gende bir temeli
yok. Hiç fark yok değil, ama çok küçük ayrımlara çok büyük anlamlar yüklenerek
yaratılmış değişiklikler.
- 1937’de Türkiye’de Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’ın
öncülüğünde “Türk milletinin ırksal tespiti” için araştırma yapılıyor ve
“Türklerin kafatası brakifesal, burun düz, gözler badem” benzeri saptamalar
yapılıyor. Bunlar sizin için gerçek olmayan fiziksel çıkarımlar mı?
Öncelikle şunu anlatmam gerekiyor. İnsan genomunu oluşturan
üç milyar harften bahsettik, bu ciltlerce kitap yapar. İki insanın genomları
arasındaki fark ortalama binde bir. Genetik çeşitlilik dediğim şey bu yüzde 0,1
noktasında. Üstüne üstlük insanlar arasında değişiklik gösteren bu yüzde 0,1’in
sadece yüzde 10’u insan toplulukları arasında fark gösteriyor. Yani Türkiye’den
veya Fransa’dan örnekleme yaparsak zaten insanların arasındaki genetik
değişikliklerin yüzde 90’ını görüyoruz. Bu hesapla ülkelerin arasındaki fark
ise genomun 10 binde birine tekabül ediyor. Biz de genetikçiler olarak bu
farklılıklara odaklanıyoruz sorduğumuz soruların niteliğinden dolayı. Genom çok
uzun olduğu için binde birin yüzde 10’u bile hala milyonlarca harf ediyor.
İnsanlar arasındaki genetik fark çok az ama bazı farklılıkları zorlayarak da
olsa görebiliyoruz.
Sorunuza gelince, evet, kafataslarını karşılaştırınca
varyasyonlar görüyorsunuz. Ama iki soru doğuyor: Bunların hangisi genetik,
hangisi çevresel koşullardan (mesela diyet veya iklim) kaynaklanıyor? Tam
cevabı bilmiyoruz. Örneğin, Doğu Anadolu’da kafa bağlama var bebeklerde ve
insanın kafatasının şeklini değiştiriyor, fakat bu şekil değişiminin hiç bir
genetik temeli yok. Özellikle Batı Avrupalılar buna çok sonra ayıyorlar. Veya
eksik diyet kemiklerin gelişimini kötü etkiliyor. Sosyal ekonomik durumun da
kemikler üzerine yaptığı önemli değişiklikler var. Ağır iş yapan insanlarda
bazı problemler oluyor. O yüzden bu varyasyonların sebeplerini ayrıştırmak çok
zor.
1930’larda dünyanın her yerinde ırklarla ilgili araştırma
yapılıyor. Bu neredeyse bir ulusal göreve dönüşüyor, çünkü siz yapmazsanız
başkaları sizin için yapıyor. Ki bundan bir süre sonra Almanya, Hitler vakası
gerçekleşiyor. O yüzden de referans gösterilen bu araştırmalar ne Atatürk ve
Afet İnan’ın özelinde yaşanan bir durum, ne de güncel. 50 sene sonra biz 21.
yüzyıl genetikçilerine de bakıp ne saçma önyargılar üzerinden araştırma
yapmışlar denilebilir. Fakat şimdi kimse şunların kafatası şöyleymiş gibi
1940’ların makaleleri üzerinden yol almıyor. Ayrıca, işin uzmanları Batı
Afrika’dan ve Çin’den gelen iki kafatasını ayırt edebilseler de “Bu da zeki,
bunun şu yetenekleri var” gibi özelliklerden bahsedemezler. Avrupalılar’a
kıyasla Türklerin burnu dar diyebilirsiniz, ama bir sürü Türk var ki geniş
burunlu, bir sürü Avrupalı var ki küçük burunlu. Şahsen, burnun geniş olmasının
biyolojide neye karşılık geldiğini bilmiyorum.
- Bir genetik antropolog olarak “Türk” gibi tanımlamalar
size ne ifade ediyor?
Benedict Anderson’ın terimiyle, Türklük de aynı Fransızlık,
Ermenilik, Kürtlük, Almanlık gibi “imagined community” (hayali cemaat). Bu
konuda Türkiye’de özellikle entelektüel elitlerin halkın üzerinden genel
ideolojik kavramlarla konuşması beni rahatsız ediyor. Köylerde yaptığım
söyleşilerde, birçok köylünün kendilerini Türklük’le, Orta Asya’dan gelmiş
olmakla tanımladıklarını görüyorum; bazı köylerde Kürtlük’ün, bazılarında
Alevilik’in önemli olması gibi. Bu bence son derece normal ve dünyanın her yerinde
görülen bir kültürel kimlik oluşumu. Bu tip oluşumlar hepimizin aidiyet duygusu
için önemli ve milliyetçilikle, ulusalcılıkla bence direkt alakası yok. Ama
entelektüel seviyeye çıktığımda 70 milyon için genellenmiş “Türk ırkı yok,
Kürtler binlerce yıldır burada, Türkler işgalci” veya “Kürtler dağ Türk’üdür”
gibi söylemlerle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Ben garanti veriyorum ki, kimse Kürtlerden ve Türklerden DNA
alıp “Siz farklısınız”ı kanıtlayamaz. Ne Kürt geni var, ne Fransız geni var.
Bütün toplumlar içinde her şey var. Zaten Ermeniler ve Türkler arasında bir
araştırma yapıldı. Ve genetik bir farklılık çıkmadı. Ama genetik farklılık
olmaması Türk veya Ermeni yoktur demek değildir. Ermenilere gidip “Siz
Türklerle aynısınız, Türksünüz” denemez. Çünkü kültürel olarak varlar. Ama Türk
milliyetçiliğine karşı argüman geliştirirken “Irklar gerçektir. Ermeni ırkı
vardır, ama Türklerin ırkı yoktur” demiş gibi oluyorsunuz. Benim profesyonel
düşüncem, ırk kavramını mümkün olduğu kadar siyasi söylemden uzak tutmak. Çünkü
benim kanaatime göre toplumları biyoloji üzerinden sınıflandırma hem hiçbir şey
üretmez, hem de bir sürü sorun çıkarır.
- Irk yok ama ırkçılık mı var?
Dünyada ırkçılık olduğu için biz bugün ırkı tartışıyoruz,
yani ırk kavramına mana veren ırkçılık. Spesifik bir örnek olarak Amerika’da
ırkçılık var. Ve bana, Amerika’daki akademik ırk tanımları ve ırksal çatışmalar
söylemi, Türkiye’nin elitine yansıyormuş gibi geliyor. Hâlbuki Amerika’nın
tarihinde köle ticareti var, bazı gruplar gelip uzun zaman izole kalıyorlar,
yerli Kızılderililer var vs. Köle ticareti için getirilen Batı Afrikalılar, pat
diye beyaz bir hegemonyanın altına konunca bir DNA alıp “Sen yüzde 60
Afrikalı’sın” denebiliyor o zaman ve bunun çok derin ve tartışılması gereken
sonuçları oluyor. Ama Türkiye’de ırkçılık var mı bilmiyorum, çünkü bunun için
önce kendini bilmek de gerekir. Türkiye’de “Ben 20 nesildir Kürt’üm”, “50
nesildir Türk’üm” denilebilir mi? Açıkçası ben kendim için söyleyemem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder