Özgür MUMCU
Radikal
Vitrininde dershane, gerisinde karışık çıkar ilişkilerinin
bulunduğu bir çarpışmayı hep beraber izliyoruz. Pehlivanlar şimdilik el ense
çekerek birbirlerini sınıyor. İki taraf da kündeye getirilmekten korkmakta. Ancak
zaman ilerledikçe el enselerin kuvveti artıyor.
Güreş şimdilik grekoromen, bel üstü gidiyor. Ancak ne zaman
serbeste dönüp de bel altına iner bilinmez.
Tek dalış, çift dalış, ters paça, topuk kesme, kafa kol
derken beraber yere düşmek, künde ile pehlivanlardan biri tuş olmadan
müsabakayı bitirememek de var.
Elbette bir-iki el enseden sonra vazgeçip güreş çayırına
bağdaş kurup beraber bir kuzu çevirip yemek de mümkün.
Göreceğiz.
Bu arada çayırda çimen olup ezilmemek, nar gibi kızarmış
kuzu olup barışan pehlivanlara afiyet bal şeker olmamak için azami dikkat
gerek.
Hem Reis’in adamlarının hem cemaatin beraber ve solo
taarruzlarına alışık olanlar için iki cenahın birbirlerine karşı kullandığı
çirkin ve sakil üslup şaşırtıcı değil.
Reis’in medyası ile Hocaefendi’nin medyası birbirlerinin
üzerine salınınca karşılaştıkları üslup karşısında hayretlere düştü. Oysa
hissettikleri, üslup ve medya etiği açısından aniden dev bir aynayla göz göze
gelmekten ibaret.
Başbakan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan. Kendi adıyla
Star gazetesinde yazıyor. Bir de Yasin Doğan var. O da Yalçın Akdoğan.
Yani onun müstear ismi.
Köşe yazılarında fotoğrafı değil afili bir karikatürü yer
alıyor.
İşte bu karikatürlü köşede bir yazı yayımlandı. Yazıda
cemaat medyasının ‘dershane’ güreşindeki tavrından şikâyet ediliyor.
Deniyor ki “Ahlak, hayatın özüdür, ruhudur”. Şöyle veryansın
ediyor Akdoğan’ın karikatürlü versiyonu:
“Son günlerde gazeteciliğin asli mecraından saparak farklı
mücadelelerin parçası haline getirildiğini, tetikçiliğin, belden aşağıya
vurmanın, kara propagandanın aleti olduğunu görüyoruz. İnsaf, izan, hakkaniyet,
objektiflik hak getire... O kadar gözü dönmüş, o kadar şehvete kapılmış, o
kadar kin ve nefretle kendisinden geçmiş bir gazetecilik yapılıyor ki, bırakın
hakikatin uçup gitmesini, büyük bir zulüm ve haksızlık ortaya çıkıyor.”
Haksız mı? Allah’ı var, sonuna kadar haklı.
Bu satırların yayımlandığı Yeni Şafak’ın Gezi protestoları
zamanında yaptığı haberleri hatırlar mısınız?
Hani bütün bu işlerin arkasında Zello diye bir telefon
uygulamasını kullanan Houston’daki biri vardı. Memet Ali Alabora, Mısır’a
tatile gitmiş, orada öğrendikleriyle Gezi’yi örgütlemişti.
Gezi göstericilerine ilhamı Miloseviç’in devrilmesinde rol
oynayan Otpor örgütü vermişti.
Gezi’nin arkasında ‘Georgetown Üniversitesi, Soros ve
Jadalliya’dan oluşan bir şeytan üçgeni vardı.
Noam Chomsky ile yapılan sahte röportaj ve bunu canhıraş bir
şekilde savunan gazete yönetiminden ya da Dolmabahçe’deki bira kutusu
asparagasından bahsetmiyorum bile.
Demek Akdoğan/Doğan’ın deyişiyle bugün gazetecilik
‘tetikçiliğin, belden aşağıya vurmanın, kara propagandanın aleti’ haline
getirilmiş.
Demek ‘hakikat uçup gidiyor’ ve ‘büyük bir zulüm ve
haksızlık ortaya çıkıyor’.
Demek ‘çarpıtma, saptırma, cerbeze, iftira habercilikmiş
gibi lanse ediliyor’.
Sayın Akdoğan ve karikatürlü versiyonu Sayın Doğan bunları
hepimizden daha iyi bilir.
Yazısında yerden göğe kadar haklıdır. Gazeteciliği bazıları
böyle kullanmaktadır. Bir ara kendi yazdığı gazetelere göz atar ve onlar
hakkındaki fikirlerini bizlerle paylaşırsa pek seviniriz.
Öyle bir güreş ki bu. Güreşenler hem pehlivan hem cazgır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder