HDK Kadın Meclisi
11 yılı aşkın AKP iktidarı döneminde kadın eşitsizliği ve
sömürüsü daha da arttı. 2002’den bu yana %1400 artan kadın cinayetleri sonucu
her gün kız kardeşlerimizin tabutlarını omuzlamaktayız. Her gün 5 Kadının
öldürüldüğü bir süreçten geçtiğimiz şu zamanlarda, sadece Ekim ayı içerisinde
189 kadın katledildi. Kadınların yaşama hakları, erkek devletin, erkeklerle
girdiği dayanışmayla yok edilirken, kadınları yaşarken de mahkum etme
stratejileri devam etmektedir.
Özellikle son yıllarda, Başbakan ve Hükümet üyelerinin
söyleminin ağırlıklı bir bölümünü neoliberal- patriarkal politikalar
oluşturuyor. “Kadınlarla erkekler eşit değildir” den, “kız mıdır, kadın
mıdır”a, “her kürtaj bir Uludere’dir” söyleminden “en az 3 çocuk doğurun”
buyruğuna ve son olarak kadın ve erkeklerin aynı evde yaşamasını, aynı okulda
okumasını hedef alan tutumlarının da gösterdiği gibi, AKPnin iktidar pratiğinde
patriarki önemli bir sacayağını oluşturmaktadır. Başbakan konuştukça, her gün
kadınlar ölmekte, tecavüze uğramakta ve bedeni, emeği, kimliği üzerindeki baskı
artmaktadır.
Bütün bu cinsiyetçi söylemler kadınların ezilmesini, kadına
yönelik şiddeti normalleştiren bir işlev görmektedir. İsmine “adalet sarayları”
adını verdikleri erkek-burjuva mahkemelerinden kadın katillerinin “haksız
tahrik” indirimleriyle cezalarının düşürüldüğü, devlet erkanın da karıştığı
tecavüzlerde ise “rızası vardır” denilerek suçun kadına atıldığı kararlar
çıkmakta ve bu kararlar gittikçe artmaktadır. Kadına yönelik şiddetin bir diğer
ağır yüzünü de trans kadınların yaşadığı şiddet ve katliamlar oluşturmaktadır.
Trans kadınlar, genel ahlak(!) bahane edilerek, yaşadıkları evlerden çoğunluk
polis şiddetiyle atılmakta ve hayatın her alanından izole edilmeye
çalışılmaktadır. Bütün bu nefret söyleminin sonucunda ise, trans kadınlar öldürülmekte
ve bu cinayetlerin failler hakkında bir işlem yapılmamaktadır.
Kadının adının çıkartıldığı Aile ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı, kadını değil aileyi korumayı görev bilmekte, gerek kürtajla ilgili
fiili sınırlandırmalar, gerekse Hükümet üyelerinin siyaset söylemiyle, kadının
annelik üzerinden tanımlanması devam etmektedir. Doğum kararı kendi dışında
alınan kadın, aynı zamanda bakım emeğinden yalnız başına sorumlu tutulduğu için
bütün yaşamı ev üzerinden kurgulanmaktadır. Bu süreç, kadınların çalışma yaşamında
karşılaştığı eşitsiz ilişkilerle de katmerlenmektedir. Piyasa içerisinde kadına
dayatılan esnek-güvencesiz çalışma hali, Kadın İstihdam Paketiyle temel
istihdam şekline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Kadınlara teşvik gibi sunulan
doğum sonrası yarı zamanlı ve evden çalışma, aynı zamanda borçlanarak emekli
olma halleri, aslında kadınının piyasadaki ikincil emek gücü olma durumunu daha
da pekiştiren, ev içinde geleneksel rollere hapsedilmesini kadında daha da
içkinleştiren uygulamalardır. Kısacası AKP Hükümeti döneminde, bedeni sömürülen
ve kendinden ayrıştırılmaya çalışılan kadınların emeği de aynı politikalara
maruz bırakılmaktadır.
Gezi’nin yüzde %50sini oluşturan, hareketin dinamosu olan
kadınlar, direnişleriyle AKP’nin korkulu rüyası olmuşlardır. Böyle bir gençlik
ve kadın kurgusu olmayan AKP, üniversite süresince erken evlilik gerçekleştiren
“çiftlerin” borçlarını silmekle, kredi desteği sunmakla, hedeflediği itaatkar
toplumu yaratma ülküsü peşinde koşmaktadır. Bu politikaların esas hedefi ise,
kadın bedeni ve cinselliğinin denetlenmesi, erkek egemenliğinin
güçlendirilmesidir. “Kızlı-erkekli” ev tartışmasında Bülent Arınç “üzülen
kızlarımız oluyor” derken, bu adımla aslolarak kadınların denetlenmesinin
hedeflendiğini açıkça gözler önüne sermiştir.
Bütün bunların yanısıra, Ortadoğu’da etkin güç olma
politikasını “savaş ve çatışma” üzerine kuran AKP Hükümeti, yarattığı ve
beslediği savaşlarla en çok kadınların yara almasına neden olmaktadır. Suriye
ve Rojava’da AKP tarafından desteklenen EL-Kaide militanları Alevi ve Kürt
kadınların tecavüzünü meşru ve “caiz” görürken, savaşlar sebebiyle yaşanan
yoksulluğun bütün faturasını da kadınlar ödemektedir. Türkiye’de mülteci olarak
kalan Suriyeli kadınlarının seks işçiliğine zorlanması ve ağır yoksulluk şartları
altında “aileyi-çocukları” korumakla yükümlü görülmesi bu durumun somut birer
kanıtıdır.
Mirabel Kardeşlerin katledilmelerinin yıldönümü olan 25
Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle; her türlü
cinsiyetçi şiddetin ve eşitsizliğin, savaşın ve sömürünün olmadığı bir dünya
özlemi içerisinde dirençle mücadele edeceğimizi bir kez daha deklare ediyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder