Agos
Veli Küçük’ün serbest kalması, Ergenekon tahliyelerinin
belki de ‘altın vuruş’u oldu. Türkiye tarihinin en karanlık olaylarıyla bir
şekilde bağı olan bir isim Küçük. Ergenekon yapılanması içinde de, davanın ilk
savcısı Zekeriya Öz’e, “İstesem, 1-2 ayda tüm isimleri buraya getiririm”
diyecek kadar da merkezi yere sahip.
Kabarık şeceresinden mi kaynaklanıyor bu güven, yoksa sırtını bunca yıl yasladığı yapıya mı güveniyor bilemiyoruz. Ama Küçük’ün epey ‘derin’ gücü olduğu kesin.
Kabarık şeceresinden mi kaynaklanıyor bu güven, yoksa sırtını bunca yıl yasladığı yapıya mı güveniyor bilemiyoruz. Ama Küçük’ün epey ‘derin’ gücü olduğu kesin.
Zira Karadeniz Bölge Jandarma Komutanı sıfatıyla görevli
olduğu Giresun’da, I. Dünya Savaşı sırasında bölgede girişilen Rum ve Ermeni
katliamlarında büyük payı olan Topal Osman’ın heykelini belediyeye rağmen
diktiren Küçük’ten bahsediyoruz. ‘Ricası’ üzerine Bilecik’teki 5. Jandarma Er
Eğitim Tabur Komutanlığı’nı memleketi olan Gölpazarı’na taşındığı iddia edilen
Küçük’ten…
1990’ların faili meçhul dolu tarihine imzasını atan JİTEM’in
kurucuları arasında adı geçen Küçük’ün kariyeri, ülkenin ‘şanlı’ tarihine adını
altın harflerle yazdıracak icraatlarla dolu. Küçük, bu kariyerini hiçbir zaman
reddetmese de, JİTEM’i kabul etmez: “Tutturmuşlar JİTEM diye… JİTEM diye bir
kuruluş yok! İstihbarat Gruplar Komutanlığı vardı. Devlet bana,
‘istihbarattasın’ dedi.”
Cizre ve Gazi’de katliam emri
Küçük, 1992’de Newroz kutlamalarına ateş açılmasıyla 57
kişinin ölümüne sahne olan Cizre’de, o dönemde albay olarak görev yapmıştı. 12
Mart 1995’te gerçekleşen Gazi Katliamı ve devamında gelişen olayların sorumlusu
olarak görülen Osman Gürbüz, talimatları Veli Küçük’ten aldığını açıklamış,
Hanefi Avcı’da olaylarda Yeşil ve Korkut Eken’in yanı sıra Veli Küçük’ün imzası
olduğunu itiraf etmişti.
Küçük’ün Yeşil üzerinden bağlantısı olan bir diğer faili
meçhulse, Cem Ersever cinayetiydi. Ersever, 4 Kasım 1993’te Ankara’da ‘jandarma
bölgesi’nde ölü bulunmuştu, Ersever’in suçu ise emekli olduktan sonra basına
JİTEM’le ilgili bazı açıklamalarda bulunmasıydı.
3 Kasım 1996’da Türkiye’yi sarsan Susurluk kazası sonrasında
yapılan araştırmalarda, Küçük’ün kazada ölen Abdullah Çatlı’ya son telefon
görüşmelerini yapan kişi olduğu tespit edilmişti. Aynı zamanda, ‘derin
devlet’in kilit isimlerinden Yeşil’in telefonunun da Küçük adına kayıtlı olduğu
ortaya çıkmıştı. Küçük, Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı olduğu sırada, bu
telefondan, öldürülen Ömer Lütfü Topal’ın kumarhanelerinin de defalarca
arandığı belirlenmişti. Telefonun Kocaeli’nde kullanıldığı dönemde,
‘Adapazarı-İzmit-Sapanca’ üçgenindeki Kürt işadamlarına yönelik yoğun faili meçhuller
meydana gelmişti ve bu iş adamlarının hepsi, bu kez Kocaeli ‘jandarma’
bölgesinde bulunmuştu. TBMM Susurluk İnceleme Komisyonu tarafından ifadeye
çağrılmış fakat komisyon başkanı Mehmet Elkatmış, Genelkurmay Başkanlığı’nın
Küçük’ün komisyona ifade vermesine gerek olmadığı yönünde karar aldığını ve
bundan dolayı komisyona çağrılmadığını söylemişti. Küçük, bu ‘karanlık’
döneminin hesabını hiçbir zaman vermedi, Ergenekon davasının kapsamı nedense
hiç 1990’lara uzanamadı.
‘Hrant Dink hedefimizdir’
Küçük, 2000’lerde oluşan ‘ulusalcı’ hezeyan sahnesinin
başköşesinde yerini aldı, Kerinçsiz’le birlikte hareket ettiğini 3 Nisan
2005’te ‘Türk Ordusu’na Destek’ eyleminde gösterdi. Eylemin esas amacı,
Şemdinli’de meydana gelen Umut Kitabevi bombalamasından dolayı suçlanan Yaşar
Büyükanıt’a destek vermekti. Bundan sonra da, Kerinçsiz’in açtırdığı ‘301
davaları’nda görünecekti. Toktamış Ateş’e göre, ‘Kızıl Elmacılar’ olarak
bilinen koalisyonu bir araya getiren kişiydi. Bu çerçevede yakın ilişki
sürdürdüğü Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz, 26 Şubat 2004’te bir grup
ülkücüyü de yanına alarak, ‘Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni
olduğu’ haberi üzerine Agos’un önünde protesto eylemi yapmıştı. Temiz, eylem
sırasında, “Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir,
hedefimizdir” diyerek açıkça tehdit savurmuştu.
Bozuk para atıldı, küfür edildi, tükürüldü…
Küçük’ün varlığı, kötü bir şeyler olacağının en net
göstergesiydi. Zira Hrant Dink, öldürülmeden 5-6 ay önce Veli Küçük’ten tehdit telefonu
aldığını avukatı Erdal Doğan’a anlatacak ve bu tehdidin onu diğer tehditlere
göre daha fazla tedirgin ettiğini söyleyecekti. Aydın Engin de, Veli Küçük’ün
bu ortamdaki yerini şöyle anlatacaktı: “Şişli’de Hrant’la birlikte, üzerimize
bozuk paraların atıldığı, tükürüldüğü, küfürler edilip, saldırının her
çeşidinin yaşatıldığı yargılama sırasında, Küçük de Kemal Kerinçsiz ekibiyle
birlikte mahkeme salonundaki yerini almıştı.”
İlginçtir, Hrant Dink’e gelen son tehdit mektuplarından
biri, Bursa’dan geliyordu ve Ahmet Demir imzalıydı. Ahmet Demir’in, Küçük’ün
adamı olan Yeşil’in kullandığı sahte isimlerden biri olduğu biliniyordu. Ayrıca
mektupta yer alan “Oğlunun cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgesinden
alacaksın” ifadesi 90’lardan hatırladığımız yöntemi hatırlatıyordu.
Küçük: Türk Dünyası Genel Sorumlusuyum
Veli Küçük’ün Ermenilere yönelen nefreti, sadece Dink’le de
sınırlı değildi. Muvazzafken Azerbaycan’da Ermenistan’a karşı kontrgerilla
örgütlenmesine gittiği, Azerbaycan İçişleri Bakanlı Siyavuş Mustafa’nın yeğeni
tarafından doğrulanmıştı. Aynı kişinin ifadesine göre, Küçük, “Ermenilere karşı
Türkleri örgütlemek” için gidiyor ve Azerbaycan’dan bazı kişileri Türkiye’ye
getiriyordu.2005’te Avrupa’daki Azeri kongrelerine katılan Küçük, bu kongrelere
katılış nedenini de “Ben Dünya Azerbaycanlılar Kongresi’nin Türk Dünyası Genel
Sorumlusuyum” diye açıklamıştı. Bu ilişki ağında, Hrant Dink cinayetinin
azmettiricisi Yasin Hayal’in 2004’te Azerbaycan’a geçerek, 15 gün kalması
dikkat çekiciydi.
Tüm bu kariyerine rağmen, pek hassastı ‘derin devletin büyük
ismi’ Küçük. “Hrant Dink, 301 davasına Veli Küçük müdahil olmak isteyince
tedirgin olmuş ve bunu da yakın çevresiyle paylaşmıştı” sözlerinden dolayı
avukat Erdal Doğan’ı, şahsını hedef gösterdiği gerekçesiyle dava etmişti.
Çevresinde cinayetlerle değil, “sarımsaklı yemekleriyle” meşhur olan bu
‘hassas’ Küçük portresini yazmak da, gazeteci Soner Yalçın’a düşecekti. Ne de
olsa, o “paşaların en yakışıklısıydı”.
Cezaevi çıkışında ‘vatan için yapmak zorunda olduğu’ bu
hizmetlere devam edeceğini vurgulayan Küçük, bu kariyerinden hiçbir zaman
pişman olmadı. Çünkü o, hiçbir zaman ‘amatörce çalışmamıştı’. Devleti, “Şu
görevi yap!” demişti; o da “Emredersin” demiş ve yapmıştı. Yine deseler, yine
aynı şeyleri yapardı. Çünkü onun için devlete karşı görev, her şeyden ve
herkesten üstündü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder